22 Aralık 2020 Salı

 

SinemaDem

EN İYİ 10 HAPİSHANE FİLMİ

 

10. DAS EXPERIMENT / DENEY  (Almanya - 2001)

Yönetmen : Oliver Hirschbiegel                Oyuncular : M.Bleibtreu

Film, 1971’deki ABD’de gerçek bir psikoloji deneyinde yaşananlar olaylardan uyarlanmıştır. Bir araştırma laboratuvarı her yönüyle hapishaneye benzetilir ve 20 kişi psikolojik bir deneyde 2 haftalığına mahkum ve gardiyanlar rolü oynamak üzere işe alınır.

Her yere kameralar yerleştirilir. Amaç, davranışlarını gözlemlemektir. Mahkumlardan bildirilen bazı temel kurallara uymaları; gardiyanlardan da fiziksel şiddet kullanmadan disiplini sağlanmaları istenir. Ancak, insan doğası gereği çatışmalar çıkacak ve gardiyanlar şiddeti hızla tırmandıracaktır.

 

9. CELDA 211 / HÜCRE 211  (İspanya - 1994)

Yönetmen : Daniel Monzon       Oyuncular : L.Tosar, A.Ammann

Uzun zamandır işsiz olan Juan bir hapishanede gardiyanlık işi bulunca, işe bağlılığını göstermek için haber vermeden 1 gün önce işe gider. Sivil kıyafetle mahkumların bölümüne geçtiği sırada isyan çıkar ve Juan isyanın ortasında kalakalır.

Bundan sonra olaylar hızla kötüleşmeye başlarken Juan hayatta kalabilmek için bir mahkum gibi davranması gerektiğini kavrar. İsyanın başı Badass ile arkadaşlık kurar ve isyanın sözcülüğüne kadar yükselir. Olaylar isyancı mahkumların 3 BASK militanını rehin almasıyla politik ve ulusal yönden de iyice karmaşıklaşmaya başlayacaktır.

 

8. GREEN MILE / YEŞİL YOL  (ABD - 1999)

Yönetmen : Frank Darabont          Oyuncular : T.Hanks, M.C.Duncan, D.Morse, J.Cromwell, S.Rockwell

Yazar Stephen King – Yönetmen Frank Darabont işbirliğinin çok iyi sonuç veren bir örneği daha. 1930’larda geçen bir Hz. İsa alegorisini dev boyutlardaki oyuncu Michael Clarke Duncan (John Coffey) aracılığı ile anlatan fantastik bir hikaye. Tom Hanks’in yönettiği idama mahkum suçlulardan sorumlu gardiyanların öyküsü anlatılıyor.

 

7. COOL HAND LUKE / PARMAKLIKLAR ARDINDA  (ABD - 1967)

Yönetmen : Stuart Rosenberg                   Oyuncular : P.Newman, G.Kennedy

Paul Newman, aslında küçük bir suçtan içeri düşüp;  hapisten kaçmayı adet haline getirdiği için cezası gitgide uzayan “cool” mahkum Luke’u canlandırıyor. Filmi, ünlü 1 saatte 50 kaynamış yumurta yeme sahnesi ile de hatırlayabilirsiniz. Luke’un başlarda mahkum arkadaşlarının da o’nu ikonlaştırmasına yol açan otoriteye karşı başkaldırışının sistemli baskı ile giderek kırılmasının; bu asi ruhun tamamen yitip yitmeyeceğinin cevabını film müthiş bir finalle veriyor.

 

6. THE BRIDGE ON THE RIVER KWAI / KWAI KÖPRÜSÜ  (ABD - 1957)

Yönetmen : David Lean                                Oyuncular : A.Guinness, W.Holden, S.Hayakawa

2. Dünya Savaşı’nda Japon işgali altındaki Vietnam’daki bir esir kampında İngiliz esirler (Japonlar sağlam yapamadıkları için) Kwai nehrinin üzerine bir köprü yaparak Japon ordusunun ikmalini kolaylaştırmaya zorlanırlar.

Başta buna direndiği için komutan Saito’nun (S.Hayakawa ) işkencelerine maruz kalan Albay Nicholson (Alec Guinness), bir süre sonra köprü yapımının subay ve askerleri için de moral olacağını; onlardan daha iyi bir köprü yaparak da Japonların moralini bozacağını düşünerek bunu kabul eder.

 

5. LA GRANDE ILLUSION / HARP ESİRLERİ  (Fransa - 1937)

Yönetmen : Jean Renoir                                             Oyuncular : J.Gabin, P.Fresnay, E.VonStronheim

Listemizin en eski filmi ünlü Fransız yönetmen Jean Renoir’ın şiirsel gerçekçilik akımının başyapıtı olan “La Grande Illusion” (Büyük Aldanış) I. Dünya savaşında Almanlara esir düşen iki Fransız havacısının kaçış öyküsünü anlatır.

Aslında burada anlatılan esirlerin nasıl firar ettiğinden çok sınıfsal ayrımların bazen nasıl ulusal ayrımların bile önüne geçtiğidir. Fransız subaylardan soylu olanı yine bir soylu olan Alman Komutan ile kendi arkadaşlarından daha yakın bir ilişki kurabilmiştir. Büyük Aldanış, hiç eskimeyen mesajıyla 80 küsur yıl sonra bile en güçlü savaş karşıtı klasiklerden biri olarak dimdik ayakta kalmıştır.

 

4. THE SHAWSHANK REDEMPTION / ESARETİN BEDELİ  (ABD - 1994)

Yönetmen : Frank Darabont                      Oyuncular : T.Robbins, M.Freeman, B.Gunton

Stephen King’in bir uzun öyküsü olan “Rita Hayworth ve Shawshank Kefareti”nden uyarlanan film vizyonda iken pek ilgi görmedi ama zaman içinde tüm dünyada en sevilen film oldu (Yıllardır IMDb’nin en beğenilen filmler listesinin 1 numarası). Bunda dostluğun en güzel örneklerinden birini veren Tim Robbins - Morgan Freeman’in müthiş oyunculuklarının yanı sıra, hepimizin çok sevdiği bir mazlumun intikamı teması da yatmaktadır. Defalarca sıkılmadan kendini seyrettiren bir modern başyapıt.

 

3. PAPILLON / KELEBEK  (ABD - 1973)

Yönetmen : Franklin J.Schaffner                                              Oyuncular : S.McQueen, D.Hoffman

Henri Charriere’in çok satan otobiyografik romanından uyarlanan film haksız yere Fransız adalet sisteminin kurbanı olarak Güney Amerika’daki Bir Fransız sömürgesine gönderilen Papillon’un  (Kelebek) yıllara yayılan esaretini anlatıyor. Steve McQueen belki de kariyerinin en iyi oyununu verirken, o’na kalpazan Dega rolünde muhteşem bir kompozisyon çizen Dustin Hoffman eşlik ediyor. Film, defalarca kaçma teşebbüsünde bulunan ve her seferinde yakalanıp, cezası uzayan Kelebek’in hikayesini unutulmaz bir gerçeklikle sunuyor.

 

2. KET FELIDO A POKOLBAN / CEHENNEMDE İKİ DEVRE  (Macaristan - 1963)

Yönetmen : Zoltan Fabri                              Oyuncular : I.Sinkovitz, D.Garas

Yarım asırdan eski siyah-beyaz bir başyapıt olduğu ve Hollywood eseri olmadığı için listemizde bulunması en zor film “Cehennemde İki Devre”dir. Macar yönetmen Zoltan Fabri, Ukrayna’da geçen gerçek bir olayı Macaristan’a taşımış. Hitler’in doğum günü şerefine Naziler esir tuttukları Macarlarla bir maç tertiplerler. Macar takımının en önemli oyuncusu da 2. Dünya savaşından önce Milli takım oyuncusu olan Onodi’dir.

Takımı için düzgün yemek ve antrenman yapma imkanı karşılığında takımın kaptanlığını ve antrenörlüğünü kabul eden Onodi, yine de arkadaşları ile fırsatını bulduğunda firar ederler. Ancak, yakalanıp yine de maça çıkmaya zorlanırlar. Gerisi tarihin epik bir sayfasının kusursuz aktarımı.

 

1. THE GREAT ESCAPE / BÜYÜK FİRAR  (ABD - 1963)

Yönetmen : John Sturges           

Oyuncular : S.McQueen, J.Garner, R.Attenborough, C.Bronson, J.Coburn, D.Pleasance

 

Hapishaneden kaçış filmlerinin hiç eskimeyen zirvesi. John Sturges & Steve McQueen’in  “Muhteşem Yedili”den sonraki ikinci çok başarılı ortaklığı. Steve McQueen için yazılan ve cuk oturmuş lakabıyla Hilts “The Cooler King” rolü hariç gerçek yaşamdan alınmış bir 2. Dünya Savaşı Nazi kampından kaçış hikayesi.

Daha önce çeşitli kamplardan kaçmayı adet haline getirmiş birkaç Amerikalı ve çoğu İngiliz savaş esirini Nazilerin “kaçılamaz” diye övündükleri bir kampta toplarlar. Ancak, İngiliz subaylar cesur bir kararla 250 kişinin birlikte kaçacağı bir planı başlatırlar. Mizah ve aksiyonun dengeli bir biçimde verildiği, heyecanın hiç dinmediği bir unutulmaz bir klasik.

 

SineMadem iyi seyirler diler.


EN İYİ SALGIN FİLMLERİ  (Korku)

 

 

 

6. DAWN OF THE DEAD - ÖLÜLERİN ŞAFAĞI – ABD - 2004

 

Bu listede iki filmi bulunan üstad George A. Romero’nun 1978 tarihli bir bu kadar başarılı filminin yeniden çevrimi.

Daha sonra Marvel’in favori yönetmenlerinden olacak olan (Guardians of the Galaxy) James Gunn’ın senarist ve DCEU’nun baş yönetmeni olacak olan Zack Snyder’ın da yönetmeni olduğu film, korkutucu olduğu kadar da düşündürücü bir zombi filmi.

 

 

5. THE CRAZIES - ÇILGINLAR – ABD - 1973

 

Militarizm eleştirisi azaltılmış ama kötü olmayan bir yeniden çevrim filmi de olan bir George A. Romero klasiği. Ordunun gizlice deney yaptığı bir kasabada olanlar.

Kapitalizmin en etkili silahlarından olan militarizmin insanlık için ne kadar tehlikeli bir kavram olduğunu korkutucu bir anlatımla vermeyi başarıyor film.

 

 

4. [REC] – İSPANYA – 2007

 

Tüm zamanların en iyi “found footage” filmlerinden biri. Tüm filmin tek bir binada geçmesi de etkisini artırıyor. Üç devam filmi, iki de ABD yeniden yapımı çevrildi ama hala en iyisi bu.

Dur duraksız bir korku festivali olan filmin çok çarpıcı bir finali var. Avrupa’dan çıkmış en iyi korku filmlerinden.

 

 

3. 28 DAYS LATER – 28 GÜN SONRA - İNGİLTERE - 2002

 

Danny Boyle ustanın korku janrındaki tek filmi. İyi düşünülmüş, tıkır tıkır işleyen; zeki ve eleştirel yönü neredeyse korkutucu yönüne ağır basan bir modern zombi klasiği. Hızlı hareket eden zombi filmlerinin öncülerinden.

21. Yüzyılın başında bir virüsle yanıp kavrulan İngiltere’yi son derece gerçekçi bir şekilde aktarmış.

 

 

2. NIGHT OF THE LIVING DEAD – YAŞAYAN ÖLÜLERİN GECESİ - ABD - 1968

 

Modern zamanların zombi filmlerinin öncüsü, her yönüyle devrimci bir film. Dünyayı 68 olaylarının, ABD’yi de ırkçı baskılara karşı halk protestolarının sardığı bir dönemde filmin başkahramanını siyahi yapmak o dönem için çok cesurca bir hamleydi.

Düşük bütçeli siyah beyaz bir yapım olması günümüz izleyicilerine hitap etmeyebilir ama zamanın eskitemediği bir klasik. 40 yıla yaydığı 6 filmlik (ancak ilk 4’ünü tavsiye edebileceğim)  bir seriye dönüştürdü yönetmen sonra bu filmi.

 

 

1. TRAIN TO BUSAN – ZOMBİ EKSPRESİ - G.KORE - 2016

 

G.Kore’de hızla yayılan bir virüsün zombileştirdiği insanlardan kaçma çabası içindeki bir baba kızın Seul – Busan treninde zombilere ve daha da ilginci insanlara karşı verdikleri hayatta kalma savaşı.

Bir zombi filminden çok daha fazlası. Korku, aksiyon ve dramatizasyon açısından dört dörtlük bir film. 2020’de pek o kadar da başarılı olmayan bir devam filmi de çevirdi aynı yönetmen.

 

  

29 Kasım 2020 Pazar

 


ÇEYREK ASIRLIK HAZİNELER – ALFABETİK SIRA İLE 1995’in EN İYİ 8 FİLMİ

 

 

12 MAYMUN

 

Dünyanın sonunu getiren bir virüs. Bu korkunç sonu kaynağında durdurmak için geçmişe gönderilen mahkum Bruce Willis. Bu yolda geçmişte yollarının çakıştığı Brad Pitt. Sinemanın en özgün yönetmenlerinden Terry Gilliam. Tüm zamanların en iyi kurgulanmış ve zeki bilimkurgularından biri.

 

 

BRAVEHEART

 

Avustralya’da büyümüş Amerikalı Mel Gibson, İskoçların halk kahramanını kötü bir aksanla canlandırıyor. Tarihi gerçeklere pek uyulmuyor. Ne gam. Sinema tarihinin en sağlam, en eğlendirici, en hüzünlü, en epik kahramanlık öykülerinden biri karşımızdaki. İlk yönetmenlik denemesinde Gibson, tüm ödülleri ve gişeyi hakimiyeti altına alıyor.

 

CASINO

 

Robert DeNiro’nun kıymeti bilinmeyen filmlerinden biri. Goodfellas kadar iyi senaryosuna, harika sanat yönetimine, bir o kadar sıkı oyuncu kadrosuna, Scorsese’nin formunun zirvesinde yönetimi eşlik etmiş. Daha ne olsun ? Belki tek ufacık kusuru bir yarım saat daha kısa tutulmamasıydı.

 

 

GHOST IN THE SHELL

 

Japon anime sinemasının başyapıtlarından. Yarı robot bir kadın polis,  güçlü ve gizemli bir hacker olan Kukla Ustası’nın peşine düşer.

Karakterlerinin derinliği, dönemine göre harika olan çizimleri, görselliği ve komplike ama anlaşılır senaryosu ile hala aşılamamış bir klasik. 2017’de çevrilen canlı versiyonu, Scarlet  Johansson’un varlığına rağmen orijinalinin yanına bile yaklaşamadı.

 

 

 

HEAT

 

Görkemli oyunculuk gösterisi. 90 ların ve hatta tüm zamanların en gözde oyuncularından iki ustanın (Pacino ve DeNiro) karşılıklı döktürdüğü bir film.

Michael Mann’ın yazıp-yönettiği başyapıtı. Oyuncu kadrosu, üç saate yakın süresine rağmen hiç sarkmayan senaryosu ile tıkır tıkır işleyen bir hırsız-polis öyküsü. Aksiyonu kadar dramatizasyonu da çok güçlü.

 

 

LA HAINE

 

Mathieu Kassovitz’in genç yaşta kotardığı siyah beyaz bir klasik. O dönem Fransa’da sıkça görülen sokak eylemlerinin en ateşlilerinden birinden sonra üç arkadaşın 24 saatlik serüvenlerini aktarıyor.

Orijinal adı “Nefret” olsa da bizde “Protesto” adıyla vizyona girmişti. İnsanın beynine işleyen karakalemle çizilmişçesine akıp geçen sahneleri sinematografinin doruğunda dolaşıyor.

 

 

LAND AND FREEDOM

 

Ken Loach ustanın başyapıtlarından. İspanya İç Savaşı’nda faşizme karşı savaşırken dışarıdan ve içeriden ihanete uğrayan Cumhuriyetçilerin sarsıcı öyküsü.

Faşizmin, despotizmin lanetine karşı uyarıcı olması gereken İspanya İç Savaşı’nın,  tıpkı filmin yapıldığı 90 ların ortasında Bosna’da yaşananlara karşı üç maymunu oynayan Avrupa’nın aynı hal vetavrının 1936’daki meali.

 

 

THE USUAL SUSPECTS

 

Sinemada şaşırtıcı “twist” denince ilk akla gelen filmlerden. Daha sonra Mission Impossible filmlerinin yönetmeni olacak olan C. McQuarrie’nin senaryosundan Bryan Singer’ın çektiği suç dünyasının en özgün filmlerinden biri.

Sinema tarihine geçmiş müthiş finali bir yana, o finale adım adım ilmek ilmek ilerlerken heyecanını hiç kaybetmeyen, müthiş oyunculuklarla bezeli bir suç baladı.

 

16 Kasım 2020 Pazartesi

 


EN İYİ SALGIN FİLMLERİ  (Korku filmi olmayan)

 

 

6. FLU – G.KORE - 2013

 

G.Kore’de ölümcül ve havadan yayılan bir virüs ortaya çıkar ve zamana karşı bir yarış başlar.

Gerçekçi, rahatsız edici görüntüleri ve düşmeyen temposu ile heyecanlı bir film. Salgının başlama noktasını ele alışı, aptalca bürokrasinin salgının yayılmasındaki rolü gibi sosyal ve güncel konulara da değiniyor.

 

 

5. PERFECT SENSE – İNGİLTERE - 2011

 

İnsanların beş duyularının (koku duyusundan başlayarak) sırayla kaybolmaya başladığı bir dünyada bir aşçı ile bilim kadının aşkı anlatılıyor.

Bildiğimiz dünyanın “gözlerimizin” önünde yavaş yavaş değişerek tarihe karışmasının iki insanın sevgisi üzerinden verildiği özgün bir film.

 

 

4. KÖRLÜK – BREZİLYA - 2008

 

Jose Saramago’nun ünlü romanından uyarlama. İnsanların birdenbire kör olduğu bir şehirde yaşananları konu ediyor.

İnsanlığın en önemli duyusunu kaybettiğinde ne kadar değişeceğini ya da temelde hiç değişip değişmeyeceğini sorgulayan gizemli bir drama. Oyunculuklar o kadar iyi ki, ünlü oyuncuları tanımasanız gerçekten görme engelli olduklarına inanasınız geliyor.

 

 

3. YEDİNCİ MÜHÜR – İSVEÇ - 1957

 

Auteur yönetmen Ingmar Bergman ustanın olası başyapıtı. Haçlı Savaşları’nın anlamsız ve kanlı yıllarından sonra ülkesine dönen bir şövalyenin, Avrupa’da bir o kadar anlamsız ölümlere yol açan Kara Veba ile karşılaşmasını anlatıyor. Bir papaz oğlu olan Bergman’ın organize dinin anlamsızlığını masum insanları yakarak tanrının öfkesini (!) yatıştırmaya çalışması gibi sahneler üzerinden verdiği şiirsel ve sürükleyici bir film. Ölüm ile satranç oynayan şövalye sahneleri ile akıllarda yer etmiştir.

 

 

2. CHILDREN OF MEN – İNGİLTERE - 2006

 

2027 Yılının Londra’sındayız. Kadınlar nedeni bilinmeyen bir salgın nedeniyle on sekiz yıldır kısır durumda. İnsanlık kaçınılmaz yok oluşuna doğru hızla sürüklenirken; mucizevi bir şekilde hamile kalan genç bir Afrikalı göçmen kadını her ne pahasına olursa olsun korumaya çalışan kahramanımızın yolculuğu. Bu yolculukta ayrıca yıllardır görüşmediği eski karısı da ona yardımcı oluyor. 21. Yüzyılın en iyi bilimkurgu filmlerinden.

 

 

1. TWELVE MONKEYS – ABD - 1995

 

Terry Gilliam’dan insanlığın kaderine dair pandemi ve zaman yolculuğu üzerinden adrenalin dolu ve de sanatsal bir çalışma. Distopik bir gelecekten 20. Yy’a yollanan mahkumun ölümcül pandemiyi durdurmaya çalışması. O zamanın en gözde aktörlerinden Bruce Willis, en iyi rollerinden birinde. Brad Pitt’in de parladığı ilk filmlerden. Çeyrek asırlık bir modern zaman klasiği.

 

 

2 Ekim 2020 Cuma

 


ERKEKLERİN DE SEVEREK İZLEYECEĞİ ROMANTİK FİLMLER

 

 

6. RAISING ARIZONA – 1987 - JOEL COEN

 

Nicholas Cage ve Holly Hunter’ın ünlerinin ve oyunculuklarının doruğunda olduğu yıllardan harika bir romantik kara komedi. Coen Biraderlerin ilk büyük hiti. Tüm yardımcı oyuncular da tek kelime ile döktürüyorlar. Çekim tekniği ve komedi zamanlaması ile öne çıkıyor.

 

5. A BOUT DE SOUFFLE - 1959 - JEAN-LUC GODARD

 

Fransız “Yeni Dalga” akımının öncü (siyah-beyaz) klasiği. Jean Paul Belmondo ve Jean Seberg çiftinin harika bir inandırıcılıkla oynadığı iki kaçağın hikayesi. Sadece Fransa’ya değil tüm dünya sinemasına özgün açılımlar  ve özgür anlatımlar getiren bir mihenk taşı.

 

4. SHAUN OF THE DEAD – 2004 - EDGAR WRIGHT

 

Aslında tüm zamanların en eğlenceli zombi filmi olabilir ama aslında eski aşkını geri kazanmaya çalışan bir adamın öyküsü bu. Bunu yapmak için hem kasabasını istila eden zombilerle savaşmalı, hem de değiştiğini ispatlamalı. Hangisi daha zor, filmi izlerken karar vereceksiniz. Queen’in ön planda olduğu müthiş bir de soundtrack’i mevcut. Edgar Wright-Simon Pegg ikilisinin “Cornetto üçlemesi”nin ilk filmi. Zom-rom-com’u (Zombi temalı romantik komedi)  icat eden film.

 

3. SPIDER-MAN – 2002 - SAM RAIMI

 

Benim gibi çocukluğunu ve ilk gençliğini “Örümcek Adam” hayranlığı ile geçirenler için çook uzun süre beklenen ama beklentileri hemen tamamıyla karşılayan bir çizgi roman uyarlaması. Peter (T.Maguire) ile Mary-Jane’in (K.Dunst) ölümsüz aşkının perdede hayat bulduğu bir film. 2. Film daha iyi olsa da, romantizmin daha ön planda olduğu Örümcek Adam filmi bu. Sinemada çizgi roman uyarlamalarının geniş anlamda yaratıcısı olan film.

 

2. ETERNAL SUNSHINE OF THE SPOTLESS MIND – 2004 - MICHEL GONDRY

 

Jim Carrey ve Kate Winslet’in başını çektiği ensemble bir oyuncu kadrosundan tam da yönetmenin eksantrik dünyasına uygun bir film. Bilimkurguya da göz kırpan, arızalı bir aşkın dramatik ve komik benzersiz anlatımı. Kaufman-Gondry keşke daha çok işbirliği yapsalardı dedirten aklı ile olduğu kadar görselliği ile de öne çıkan bir modern zaman klasiği.

 

1. CITY LIGHTS – 1931 - CHARLES CHAPLIN

 

Sinemayı sinema yapan büyük dahi Chaplin’den eşsiz ve defalarca kopyalanan zamansız bir klasik. Şarlo’dan bekleneceği gibi gülmekten karnınıza ağrılar gireceği ama zaman zaman da gözyaşlarınızı tutamayacağınız bir başyapıt. Kör kıza aşık olan fakir delikanlı temasından bizim Yeşilçam da çok ekmek yedi. Tüm sinema tarihinin belki de en dokunaklı komedi filmi.

8 Eylül 2020 Salı

CAPTAIN MARVEL (ve sarman ? kedisi)


 

CAPTAIN MARVEL

 

Captain Marvel, MCU (Marvel Cinematic Universe)’nun ilk solo kadın kahraman filmi. Aynı zamanda yönetmenlerden biri, Senaristi ve bestecisi de kadın olan ilk Marvel filmi. 

Ülkemiz için en önemli kısmı da bu bestecinin Pınar Toprak olması. Başarılı da bir iş çıkarmış

 

Öncelikle şunu belirtmek lazım, bu filmden daha çok zevk almak için Guardians of Galaxy ve The Avengers Filmleri başta olmak üzere Marvel evrenine biraz hakim olmanız lazım yoksa bir çok önemli noktayı kaçırabilirsiniz. 

 

Film bize çeşitli geri dönüşlerle bir zamanlar Amerikan hava kuvvetleri pilotlarınından olan Carol Danvers’ın nasıl Uzay Polisinin (Starforce) bir parçası haline geldiğini ve dönüşümünü anlatıyor. 

 

Uzayda yaşanan bir çatışma sonucu Carol (Vers), 1990 ların ortasındaki Amerika’ya düşer ve

7 Eylül 2020 Pazartesi

BOHEMIAN RHAPSODY




BOHEMIAN RHAPSODY

İnsan açık ara en sevdiği müzik grubu hakkında bir film çekilirse buna nasıl yaklaşabilir ki ? Bohemian Rhapsody, şahsen ilk açıklandığı 2010 yılından beri heyecanla beklediğim, fırtınalı bir çekim süreci (çekim sırasında bile değişen yönetmeniyle) ile hayranlarını hop oturup hop kaldıran bir proje oldu.

Başlarda Freddie Mercury’yi, komedyenliğini genelde beğendiğim ama bu role gitmeyeceğini düşündüğüm S.Baron Cohen (Borat), sonra da Ben Whishaw’un ( J.Bond’daki Q) canlandıracağı açıklanmıştı. Neyse ki, sonunda rol sanki Fredde’yi oynamak için doğmuş gibi duran Mısır asıllı ABD’li actor Rami Malek’e (Mr. Robot) verildi.

Benim gibi hardcore Queen hayranlarından bazılarını rahatsız eden bazı küçük kronolojik değişiklikler yapılmış. Ben ise bunları filmin zirve noktası olan finalindeki Live Aid konserine ulaşan yerinde çizilmiş bir rota olarak gördüğüm için üzerinde çok durmadım. Film, tüm zamanların

LOVING VINCENT


LOVING VINCENT

Loving Vincent, modern resmin babası sayılan dünyanın en büyük ressamlarından Hollandalı Vincent Van Gogh’un çalkantılı hayatına eşsiz bir bakış. En sevdiğim ressam olan Van Gogh’un iki ünlü “Starry Night” tablosundan birinin kopyası da yıllardır yatağımın başında asılıdır.

Film, inanılmaz bir çalışma sonucu ortaya çıkarılmış. 100 ressamın 60.000 in üzerinde yağlıboya, suluboya ve karakalem çalışması gerçek oyuncuların oyunlarının üzerine çizilerek meydana getirilmiş. Bu da Van Gogh gibi dünyanın belki de en üretken ressamına yaraşır, inanılmaz emek-yoğun bir çaba olmuş. Sonuç neredeyse mükemmel. Sinema salonunda edinebileceğiniz izleme tecrübelerinin en özellerinden birini sakın kaçırmayın.

Film, Vincent Van Gogh’un 1890’da 37 yaşındaki intiharından 1 yıl sonrasında geçiyor. Kardeşi Theo’ya (sağlığında Theo’ya yazdığı yüzlerce mektup halen

DEADPOOL 2



DEADPOOL 2

Marvel evreninin en eğlenceli film franchise’ı 2 yıl aradan sonra geri döndü. Filmden daha çok keyif almanız popüler kültüre (sinema, çizgi roman vs) ne kadar hakim olduğunuza bağlı. İlk filme göre daha dramatik bir hikaye olsa da espri ve aksiyon yönünden hiç aşağı kalmıyor. Deadpool, en önemli espri gücünü 4.duvarı yıkabilmesinden alan (yani zaman zaman okuyucuyla/seyirciyle direkt konuşabilen), vahşi ama komik bir anti-kahramandır.

Film, ilk filmin kaldığı yerden sürpriz bir açılımla devam ediyor. Cable rolünde Josh Brolin olacağı açıklandığından beri zaten çizgi roman hayranları bunun zaman yolculuğu ile bağlantılı bir hikaye olacağını anlamışlardı. Filmin ana konusu Bruce Willis’li “Looper” filmini bayağı andırıyor.

Espri düzeyi ilk filmde olduğu gibi son derece

AVENGERS : INFINITY WAR





AVENGERS : INFINITY WAR

Avengers : Infinity War, 2008’de Iron Man ile başlayan MARVEL SİNEMATİK EVRENİ’nin (MCU) 19. filmi. Filmden tam anlamıyla zevk almak için önceki 18 filmin hemen tamamını seyretmiş olmalısınız.

Açılış sahnesi zaten Thor : Ragnarok filminin bıraktığı yerden başlıyor. Evrenin aşırı kalabalık olduğunu düşünüp, Malthus’çuluğu soykırım ile birleştirerek evrenin yarısını öldürmekle bozmuş Thanos (evlere seza bir motion captured Josh Brolin. Gerçeğini de Deadpool 2’de Cable olarak seyredebilirsiniz) Asgard’ın yok oluşundan kurtulanların gemisinde başlıyor katliamlarına. Metodu hastalıklı ve korkunç bir şekilde yanlış olsa da, bazı politikacılara inat dünyanın başındaki gerçekten de en büyük bela kontrolsüz nüfus artışı olduğu için insan Thanos’un çıkış noktasına garip bir şekilde sempati duymadan edemiyor. Bu durum filme de bir derinlik katıp, geliştiriyor. Film, Avengers değil adeta bir Thanos filmi. Deformatik anatomisi yüzünden ailesinin bile reddettiği bir Titan olan Thanos’un (bu ayrıntı filmde yok, çizgi romandan aktarıyorum size) dürtü ve tutkuları

BLACK PANTHER




BLACK PANTHER

Black Panther, Captain America : Civil War ile MARVEL SİNEMATİK EVRENİ’ne giriş yapan ilk siyahi kahraman Kara Panter’in solo filmi. MCU hikaye bütünlüğü ile çok da sıkı bir bağı yok. Bu yüzden o evrene yabancı iseniz de, bazı noktaları kaçırma pahasına izleyebilirsiniz.

Afrika’nın düşsel ve aşırı ütopik ülkesi Wakanda’nın babası öldürülünce tahta geçen yeni kralı ve koruyucusu T’challa’nın öyküsü bu. İlginç bir tesadüf olarak 1966’da Beyaz Amerikalıların şiddetine şiddetle karşılık veren Kara Panter örgütü ile aynı sene Çizgi Roman sahnesine çıkan Kara Panter, özünden bir şey kaybetmeden ama cilası çok ama çok fazla kaçan bir filmle karşınızda.

Kızkardeşinin James Bond’daki Q rolüne girerek onun için yarattığı yeni kostüm ve alet-edevatla Afrika ve Amerika’da cirit atıyor siyahi kahramanımız. Çarpık bir Hollywood bakış açısıyla (siyahi yönetmenine rağmen) siyahları yücelten bir film olmaya soyunmuşken tam tersi beyaz adam süper kahraman filmlerine öykünen bir kopya oluyor. T’challa’nın aksanı bile bir hakaret bence. Eğitimini Batı’da yapan entelektüel bir prensin bu kadar ağır bir aksan ile konuşması çok garip.

Ademoğlu’nun ortaya çıktığı ama Dünyanın en çok sömürülen kıtası olan Afrika’da böyle bir düşsel ülke olması ve bu muhteşem sırrın 1 kişi tarafından bile (dünyadaki milyarlarca, Wakanda’daki milyonlarca insana rağmen) dışarıya sızmaması uçan adamlardan, yine düşsel bir adada yaşayan bir amazon prensesinden, suyun altında yaşayan insanlardan, ışık hızında koşan adamlardan daha akıl almaz.

Filmdeki tüm ilişkiler, ihanetler, geçici ve kalıcı işbirlikleri ortaokul seviyesinde. İnandırıcı hemen hiçbir şey yok. Oysa ki, siyahi bir yönetmen kadim Afrika kültürlerinden yola çıkarak çok daha iyi bir film yapabilirdi. Tabii burada artık yüzyıllar önce zorla asimile edilmiş bir ABD’li siyahiden bahsediyoruz ki, sonuç normal.

Film, olmayan teknolojik gelişmeleri abarttıkça abartıyor film süresi ilerledikçe ama bu noktalara takılmazsanız, bitmek bilmeyen hızlı bir aksiyona kendinizi bırakabilirsiniz. Hiç sıkmayan eğlenceli bir film sonuçta.

Sinema_dem iyi seyirler diler.


SPIDER-MAN : INTO THE SPIDER-VERSE




SPIDER-MAN : INTO THE SPIDER-VERSE

Spider-Man : Into The Spider-Verse, 2011’de ortaya çıkan ve bizim bildiğimiz klasik Örümcek Adam olan Peter Parker’ın olduğu Earth-616 boyutundan başka bir boyutta yaşayan (Earth-1610) ilk siyahi Spider-Man Miles Morales’in maceralarının ilk beyazperde uyarlaması. Ailenizle izleyebileceğiniz komik ve hareketli bir animasyon filmi.

Çocukluğumdan beri en sevdiğim süper kahraman olan Spider-Man (Örümcek Adam) benim için her zaman Peter Parker olacaktır. Bu sene ard arda kaybettiğimiz yeri doldurulmaz sanatçılar Stan Lee ve Steve Ditko’nun 1962’de çok da umut bağlamadan yarattıkları eşsiz kahraman Spider-Man tüm dünyada belki de en sevilen super kahraman oldu.

Bazı insanların iğrendiği, korktuğu örümcekten esinlenmiş bir kahramanın bu kadar çok sevilip benimsenmesi başlangıçta şaşırtıcı gelebilir. Ancak, iyi karakterli, güvenilir ve yakışıklı Peter Parker 15 yaşında başlayıp yetişkinliğe uzanan maceralarıyla tüm dünyanın kalbini fethetmeyi başardı. Bunda biraz da vücudu tamamen örtülü, elleri bile gözükmeyen ilk kahraman olmasının payı da var. Çünkü çizgi romanda beyaz olduğunu bilsek de (gerçi New York’ta geçen maceralarında Peter’ın son derece kozmopolit ve renkli bir arkadaş çevresi olduğunu ve ırksal renk körlüğüne sahip devrimci bir çizgi roman olduğunu söyleyebiliriz), Çinli, Afrikalı, Hintli ya da Arap bir çocuk da kendini o kostümün içinde hayal edebiliyor, özdeşleşebiliyor bence.

Filmin konusuna gelirsek : Miles Morales, kazara bir radyoaktif örümcek tarafından ısırılıp bazı güçler edinir. Suç baronu Kingpin’in tüm paralel dünyaları yok edebilecek olan planını engellemek için başta zamanla o’na  mentor olacak Peter B. Parker (bizim bildiğimiz klasik Örümcek Adam) olmak üzere diğer Örümcek-İnsanlarla ortaklık kurar. Spider-Gwen, Spider-Man Noir, Spider-Ham ve Peni Parker Kingpin’in makinesinin ilk çalıştırılmasıyla Miles’ın dünyasına çekilmiştir istekleri dışında. Makinenin bir daha çalıştırılması tüm dünyalar için ölümcül olabilir.

Spider-Man : Into The Spider-Verse Raimi’nin ilk 2 filminden sonra beyazperde gördüğüm en iyi Spider-man uyarlaması. Hatta yakınlarda kaybettiğimiz Stan Lee’nin cameo’su da bugüne kadarkilerin belki de en iyisi. Espri kalite düzeyi çok yüksek olan (tabii hepsini anlamak biraz Örümcek Adam evrenine aşinalık gerektiriyor) filmde gözlerinizin yaşaracağı bir an olacaktır bu benzersiz dahiye mükemmel bir veda olmuş olan bu sahne. Küçük çocuğunuzla giderseniz dublajı tercih edebilirsiniz. Ancak, alt yazılı versiyonda Spider-Man Noir’de Nicholas Cage; The Prowler’da Mahershala Ali, May Yenge’de Lily Tomlin gibi 3 tane oscarlı oyuncu var örneğin. Filmin tek ama önemli kusuru sinemada ilk defa Spider-Man’in karşısına çıkarılan Kingpin’in senaryo açısından derinliksiz olarak çizilmesi. Umarım bir gün tüm zamanların en muhteşem kötü adamlarından Kingpin’in solo bir filmini seyredebiliriz. O zamana kadar Punisher ile beraber en iyi Marvel dizisi olan Daredevil’deki Vincent D’Onofrio’nun mükemmel Kingpin yorumu ile yetineceğiz.

Miles Morales’in maceralarını hiç okumadım. 2011’de Obama rüzgarıyla yaratılan yeni bir kahramandı. Ben klasikleşmiş kahramanlarla çok fazla oynanılmaması gerektiğini düşünürüm. Tabii 56 yılda basılan binlerce sayı Spider-Man macerasından sonra yazarların ne yazıp çizeceklerini şaşırmaları normal ama Peter Parker’ın yerini kimse tutamaz. Geçmişte de denendi bu (korkunç Clone Saga) ama olmadı. ABD lilerin görgüsüz kültürsüzlüklerinden dolayı bir Nors Tanrısı olan Thor’u yakın zamanda kadın yapmaları gibi. Tabii o da tutmadı. Bazı taşlar yerinde ağırdır ama bu değişik Spider-Man ve filmi de en azından devam filmini heyecenla bekleyeceğim bir iş olmuş. Filmi 3D olarak seyretmeyi tercih edin.

Sinema_dem iyi seyirler diler.


PARAZİT



PARAZİT

Bana göre “Parazit” adını çift anlamda kullanmış Usta Yönetmen Bong Joon Ho. Filmdeki hem zengin, hem de fakir aile için. Özelde gecekondu ailesi kapitalist aileden geçiniyor gibi dursa da, kapitalizmin yapısı gereği aslında komprador ailemiz zeki ama şanssız ailemizin sırtından geçinmektedir.

Bong Joon Ho, 2006’da seyrettiğim “The Host / Yaratık” (Netflix’te mevcut) filmi ile çok değişik bir canavar filmi çekerek ilk defa ilgi alanıma girmişti.

3 tanesi son aylarda olmak kaydıyla 7 filminin tamamını seyrettiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki, Ho çağımızın en büyük yönetmenlerindedir (benim tüm zamanlar “kare as”ıma da girdi artık). İlk filmi olan “Havlayan Köpekler Asla Isırmaz (2000)” hariç (ilk filmin dağınıklığı diyelim) tüm filmleri çok sağlam, çok iyi filmlerdir.

Örneğin “The Host (2006)” seyrettiğim en iyi yaratık filmlerindendir, “Snowpiercer (2013)” en sevdiğim bilimkurgu filmlerindendir. “Parazit” ise yönetmenin başyapıtı olmuş. Zaten öyle olmasa Oscar öncesi tahminlerimde çekine çekine açık ara favori gösterdiğim ödülü alamazdı. Çekine çekinde çünkü ABD dışına bu ödül birkaç kez İngiltere’ye ve bir kez de Fransa’ya (S.beyaz ve sessiz Hollywood altın çağı hikayesi “The Artist (2011)” gitmişti. İlk defa (hem de tepeden tırnağa) bir Asya (Güney Kore) filmine veriliyor.

İşin özünde, “Parazit” biz sinema yazarlarının işini kolaylaştıran bir film. Bazı müstehcen ve kanlı sahneler dolayısıyla 18+ seviyesinde bir film olduğunu ve son yılların belki de en iyi filmi olduğunu yazmamız yetecek çünkü.

Gerisini keşfetmek sanat ve düşünce açısından size sunulan bir eşsiz deneyim. Sinemanın bir sanat olduğunu kanıtlayan ender güzellikte bir film Parazit. Bunda yönetmenin favori oyuncusu (benim de The Host’tan beri çok severek takip ettiğim) Kang-Ho Song başta olmak üzere tüm oyuncuların, filme katkı veren tüm sinema emekçilerinin büyük başarısı olduğunu belirtmek gerekli.

 “Parazit”in sarsıcı ama komik yapısıyla çoğu Ho filminde olduğu gibi ateşin altını giderek açarak, komediden trajediye doğru cesur bir yelken açıyor. Şimdi de bunun takdir meyvelerini topluyor doğal olarak. Ayrıca, geçen sene Cannes’da da “En iyi film” seçildiğini hatırlatayım.

Hollywood’a gidip, kendini bozma Ho Usta; sana tüm dünyanın ihtiyacı var insanı insana anlatman için.

Sinema_dem iyi seyirler diler.

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

 

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

 


 

9. THE CAT RETURNS             (Japonya - 2002)

 

            Dünyanın en büyük animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin yetiştirdiği Morita’dan tipik bir Studio Ghibli güzellemesi anime. Bir kediyi kurtardıktan sonra Alice Harikalar Ülkesinde tarzı fantastik bir kedi dünyasına çekilen bir genç kızın şiirsel ve komik hikayesi. Daha çok çocuklara hitap etse de, yetişkinler de rahatlıkla izleyebilir.

 

8. FELIDAE                  (Almanya – 1994)

 

            Almanya’da yaşayan Türk polisiye yazarı Akif Pirinççi’nin aynı adlı romanından uyarlama. Kediler arasında geçen bir dedektiflik hikayesi. Romana sadık bir animasyon uyarlaması. Heyecan düzeyi ile insanlar arasında geçen canlı polisiyeleri aratmayan bir seri katil öyküsü. Sadece yetişkinler için.

 

7. A STREET CAT NAMED BOB          (İngiltere - 2016)

 

            Çok satan kitabıyla meşhur olan sokak kedisi Bob’un beyazperdeye uyarlanan öyküsü. Kendini rehabilite etme çabası içindeki sokak müzisyeni ile yolları kesişen dünya tatlısı sarman Bob’un gerçek hikayesinden uyarlama sıcacık bir film. Çocuk dostu olmak için sokaktaki fakir yaşamın biraz üstünü örterek verse de, mutluluk veren finali ile övgüyü hak eden bir film.

 

6. THE INCREDIBLE JOURNEY                       (ABD – 1963)

 

            Listemde 3. sırada yer alan yeniden yapım filmin (Homeward Bound) orijinali. Aileleriyle tatildeyken kazara kaybolan iki köpek ve bir siyam kedisinin sürükleyici hikayesi. Ayrıldıkları ailelerine kavuşma çabalarını ailecek ilgiyle izleyeceğiniz tam bir Disney klasiği.

 

5. THREE LIVES OF THOMASINA       (İngiltere – 1964)

 

            Thomasina adlı kedinin fantastik reenkarnasyonu ile bir ailenin ve hatta bir kasabanın yaşamını nasıl değiştirdiğine dair bir Disney klasiği. Kedi ölüp, geri gelmiş gibi gözükeceği için çok küçük yaştaki çocuklar için kafa karıştırıcı olabilir. Onun dışında insanın yüreğini ısıtan, bir çocukla bir kedinin dostluğunu çok güzel işleyen bir film. 20. Yüzyıl başlarında İskoçya’da geçiyor.

 

4. KEANU        (ABD – 2016)

 

            Şovlarıyla ünlenmiş komedi ikilisi Key & Peele’nin yazıp-oynadığı; çok sevimli bir yavru kediciğin mizahi macerası. Keanu adlı bu kedinin çevresinde gelişen olaylarda kedi sevgisinin sınır tanımayacağı mizahi bir dille aktarılmış. Filmdeki kedi o kadar sevimli ki, hayatta tahmin edemeyeceğiniz kadar çok gangsterin kalbini çalıyor; o kadarını söyleyeyim. İleride kült olma ihtimali olan, son derece eğlenceli bir komedi-aksiyon filmi.

 

3. HOMEWARD BOUND        (ABD – 1993)

 

            Ailelerinden kazara ayrı düşen bir kedi ve iki köpeğin çıktıkları inanılmaz yolculuğu anlatan benzersiz bir macera. Dağları, gölleri ve ovaları aşarak ailelerine ulaşma çabaları hem duygulandırıyor, hem de güldürüyor ama en çok da şapka çıkarttırıyor. 1963 tarihli “The Incredible Journey” adlı Disney klasiğinin yeniden çevrimi. Ailenizle defalarca beraber seyredebileceğiniz bir modern zaman klasiği.

 

2. MILO & OTIS          (Japonya – 1986)

 

            Beraber büyüyen bir kedi ve köpeğin maceraları. Mutlaka gözden geçirilmiş Amerikan versiyonunu izlemeniz gereken bir Japon filmi. Japon versiyonu, 80 lerin film setlerinde kedi hayatına maalesef bugünlerde olduğu kadar özen gösterilmediğini belli ediyormuş. Yine de, çıkan sonuca ve Amerikan versiyonuna bakarsak, yavruluktan babalığa kadar giden yolda bir kedi ile köpeğin eşsiz dostluğunu anlatan benzersiz, duygu yüklü, mizahı da bol bir film.

 

1. KEDİ                        (TÜRKİYE – 2016)

 

            Türk yönetmen Ceyda Torun’un İstanbul’un 5 ayrı noktasındaki 5 kediye yoğunlaşan benzersiz dokümanter filmi. Kedi denen mucize canlı ile İstanbul denen sihirli kentin buluşmasının eşsiz anlatımı. DVD’si de mevcut. Defalarca izleyeceğiniz arşivlik bir film. Sıradan İstanbulluların sıradan diyeceğiniz (biz kedi severler hiçbir kedinin öyle olmadığını biliriz ama) kedilerle kurduğu dostluk bağı anlatılmaz, yaşanır. Türk sinemasının yüz akı, mükemmel bir film. TIME dergisi yılın en iyi 5. Filmi seçmişti.

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

  EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ     9. THE CAT RETURNS              (Japonya - 2002)               Dünyanın en büyük animasyon ustası Hayao ...