8 Eylül 2020 Salı

CAPTAIN MARVEL (ve sarman ? kedisi)


 

CAPTAIN MARVEL

 

Captain Marvel, MCU (Marvel Cinematic Universe)’nun ilk solo kadın kahraman filmi. Aynı zamanda yönetmenlerden biri, Senaristi ve bestecisi de kadın olan ilk Marvel filmi. 

Ülkemiz için en önemli kısmı da bu bestecinin Pınar Toprak olması. Başarılı da bir iş çıkarmış

 

Öncelikle şunu belirtmek lazım, bu filmden daha çok zevk almak için Guardians of Galaxy ve The Avengers Filmleri başta olmak üzere Marvel evrenine biraz hakim olmanız lazım yoksa bir çok önemli noktayı kaçırabilirsiniz. 

 

Film bize çeşitli geri dönüşlerle bir zamanlar Amerikan hava kuvvetleri pilotlarınından olan Carol Danvers’ın nasıl Uzay Polisinin (Starforce) bir parçası haline geldiğini ve dönüşümünü anlatıyor. 

 

Uzayda yaşanan bir çatışma sonucu Carol (Vers), 1990 ların ortasındaki Amerika’ya düşer ve

7 Eylül 2020 Pazartesi

BOHEMIAN RHAPSODY




BOHEMIAN RHAPSODY

İnsan açık ara en sevdiği müzik grubu hakkında bir film çekilirse buna nasıl yaklaşabilir ki ? Bohemian Rhapsody, şahsen ilk açıklandığı 2010 yılından beri heyecanla beklediğim, fırtınalı bir çekim süreci (çekim sırasında bile değişen yönetmeniyle) ile hayranlarını hop oturup hop kaldıran bir proje oldu.

Başlarda Freddie Mercury’yi, komedyenliğini genelde beğendiğim ama bu role gitmeyeceğini düşündüğüm S.Baron Cohen (Borat), sonra da Ben Whishaw’un ( J.Bond’daki Q) canlandıracağı açıklanmıştı. Neyse ki, sonunda rol sanki Fredde’yi oynamak için doğmuş gibi duran Mısır asıllı ABD’li actor Rami Malek’e (Mr. Robot) verildi.

Benim gibi hardcore Queen hayranlarından bazılarını rahatsız eden bazı küçük kronolojik değişiklikler yapılmış. Ben ise bunları filmin zirve noktası olan finalindeki Live Aid konserine ulaşan yerinde çizilmiş bir rota olarak gördüğüm için üzerinde çok durmadım. Film, tüm zamanların

LOVING VINCENT


LOVING VINCENT

Loving Vincent, modern resmin babası sayılan dünyanın en büyük ressamlarından Hollandalı Vincent Van Gogh’un çalkantılı hayatına eşsiz bir bakış. En sevdiğim ressam olan Van Gogh’un iki ünlü “Starry Night” tablosundan birinin kopyası da yıllardır yatağımın başında asılıdır.

Film, inanılmaz bir çalışma sonucu ortaya çıkarılmış. 100 ressamın 60.000 in üzerinde yağlıboya, suluboya ve karakalem çalışması gerçek oyuncuların oyunlarının üzerine çizilerek meydana getirilmiş. Bu da Van Gogh gibi dünyanın belki de en üretken ressamına yaraşır, inanılmaz emek-yoğun bir çaba olmuş. Sonuç neredeyse mükemmel. Sinema salonunda edinebileceğiniz izleme tecrübelerinin en özellerinden birini sakın kaçırmayın.

Film, Vincent Van Gogh’un 1890’da 37 yaşındaki intiharından 1 yıl sonrasında geçiyor. Kardeşi Theo’ya (sağlığında Theo’ya yazdığı yüzlerce mektup halen

DEADPOOL 2



DEADPOOL 2

Marvel evreninin en eğlenceli film franchise’ı 2 yıl aradan sonra geri döndü. Filmden daha çok keyif almanız popüler kültüre (sinema, çizgi roman vs) ne kadar hakim olduğunuza bağlı. İlk filme göre daha dramatik bir hikaye olsa da espri ve aksiyon yönünden hiç aşağı kalmıyor. Deadpool, en önemli espri gücünü 4.duvarı yıkabilmesinden alan (yani zaman zaman okuyucuyla/seyirciyle direkt konuşabilen), vahşi ama komik bir anti-kahramandır.

Film, ilk filmin kaldığı yerden sürpriz bir açılımla devam ediyor. Cable rolünde Josh Brolin olacağı açıklandığından beri zaten çizgi roman hayranları bunun zaman yolculuğu ile bağlantılı bir hikaye olacağını anlamışlardı. Filmin ana konusu Bruce Willis’li “Looper” filmini bayağı andırıyor.

Espri düzeyi ilk filmde olduğu gibi son derece

AVENGERS : INFINITY WAR





AVENGERS : INFINITY WAR

Avengers : Infinity War, 2008’de Iron Man ile başlayan MARVEL SİNEMATİK EVRENİ’nin (MCU) 19. filmi. Filmden tam anlamıyla zevk almak için önceki 18 filmin hemen tamamını seyretmiş olmalısınız.

Açılış sahnesi zaten Thor : Ragnarok filminin bıraktığı yerden başlıyor. Evrenin aşırı kalabalık olduğunu düşünüp, Malthus’çuluğu soykırım ile birleştirerek evrenin yarısını öldürmekle bozmuş Thanos (evlere seza bir motion captured Josh Brolin. Gerçeğini de Deadpool 2’de Cable olarak seyredebilirsiniz) Asgard’ın yok oluşundan kurtulanların gemisinde başlıyor katliamlarına. Metodu hastalıklı ve korkunç bir şekilde yanlış olsa da, bazı politikacılara inat dünyanın başındaki gerçekten de en büyük bela kontrolsüz nüfus artışı olduğu için insan Thanos’un çıkış noktasına garip bir şekilde sempati duymadan edemiyor. Bu durum filme de bir derinlik katıp, geliştiriyor. Film, Avengers değil adeta bir Thanos filmi. Deformatik anatomisi yüzünden ailesinin bile reddettiği bir Titan olan Thanos’un (bu ayrıntı filmde yok, çizgi romandan aktarıyorum size) dürtü ve tutkuları

BLACK PANTHER




BLACK PANTHER

Black Panther, Captain America : Civil War ile MARVEL SİNEMATİK EVRENİ’ne giriş yapan ilk siyahi kahraman Kara Panter’in solo filmi. MCU hikaye bütünlüğü ile çok da sıkı bir bağı yok. Bu yüzden o evrene yabancı iseniz de, bazı noktaları kaçırma pahasına izleyebilirsiniz.

Afrika’nın düşsel ve aşırı ütopik ülkesi Wakanda’nın babası öldürülünce tahta geçen yeni kralı ve koruyucusu T’challa’nın öyküsü bu. İlginç bir tesadüf olarak 1966’da Beyaz Amerikalıların şiddetine şiddetle karşılık veren Kara Panter örgütü ile aynı sene Çizgi Roman sahnesine çıkan Kara Panter, özünden bir şey kaybetmeden ama cilası çok ama çok fazla kaçan bir filmle karşınızda.

Kızkardeşinin James Bond’daki Q rolüne girerek onun için yarattığı yeni kostüm ve alet-edevatla Afrika ve Amerika’da cirit atıyor siyahi kahramanımız. Çarpık bir Hollywood bakış açısıyla (siyahi yönetmenine rağmen) siyahları yücelten bir film olmaya soyunmuşken tam tersi beyaz adam süper kahraman filmlerine öykünen bir kopya oluyor. T’challa’nın aksanı bile bir hakaret bence. Eğitimini Batı’da yapan entelektüel bir prensin bu kadar ağır bir aksan ile konuşması çok garip.

Ademoğlu’nun ortaya çıktığı ama Dünyanın en çok sömürülen kıtası olan Afrika’da böyle bir düşsel ülke olması ve bu muhteşem sırrın 1 kişi tarafından bile (dünyadaki milyarlarca, Wakanda’daki milyonlarca insana rağmen) dışarıya sızmaması uçan adamlardan, yine düşsel bir adada yaşayan bir amazon prensesinden, suyun altında yaşayan insanlardan, ışık hızında koşan adamlardan daha akıl almaz.

Filmdeki tüm ilişkiler, ihanetler, geçici ve kalıcı işbirlikleri ortaokul seviyesinde. İnandırıcı hemen hiçbir şey yok. Oysa ki, siyahi bir yönetmen kadim Afrika kültürlerinden yola çıkarak çok daha iyi bir film yapabilirdi. Tabii burada artık yüzyıllar önce zorla asimile edilmiş bir ABD’li siyahiden bahsediyoruz ki, sonuç normal.

Film, olmayan teknolojik gelişmeleri abarttıkça abartıyor film süresi ilerledikçe ama bu noktalara takılmazsanız, bitmek bilmeyen hızlı bir aksiyona kendinizi bırakabilirsiniz. Hiç sıkmayan eğlenceli bir film sonuçta.

Sinema_dem iyi seyirler diler.


SPIDER-MAN : INTO THE SPIDER-VERSE




SPIDER-MAN : INTO THE SPIDER-VERSE

Spider-Man : Into The Spider-Verse, 2011’de ortaya çıkan ve bizim bildiğimiz klasik Örümcek Adam olan Peter Parker’ın olduğu Earth-616 boyutundan başka bir boyutta yaşayan (Earth-1610) ilk siyahi Spider-Man Miles Morales’in maceralarının ilk beyazperde uyarlaması. Ailenizle izleyebileceğiniz komik ve hareketli bir animasyon filmi.

Çocukluğumdan beri en sevdiğim süper kahraman olan Spider-Man (Örümcek Adam) benim için her zaman Peter Parker olacaktır. Bu sene ard arda kaybettiğimiz yeri doldurulmaz sanatçılar Stan Lee ve Steve Ditko’nun 1962’de çok da umut bağlamadan yarattıkları eşsiz kahraman Spider-Man tüm dünyada belki de en sevilen super kahraman oldu.

Bazı insanların iğrendiği, korktuğu örümcekten esinlenmiş bir kahramanın bu kadar çok sevilip benimsenmesi başlangıçta şaşırtıcı gelebilir. Ancak, iyi karakterli, güvenilir ve yakışıklı Peter Parker 15 yaşında başlayıp yetişkinliğe uzanan maceralarıyla tüm dünyanın kalbini fethetmeyi başardı. Bunda biraz da vücudu tamamen örtülü, elleri bile gözükmeyen ilk kahraman olmasının payı da var. Çünkü çizgi romanda beyaz olduğunu bilsek de (gerçi New York’ta geçen maceralarında Peter’ın son derece kozmopolit ve renkli bir arkadaş çevresi olduğunu ve ırksal renk körlüğüne sahip devrimci bir çizgi roman olduğunu söyleyebiliriz), Çinli, Afrikalı, Hintli ya da Arap bir çocuk da kendini o kostümün içinde hayal edebiliyor, özdeşleşebiliyor bence.

Filmin konusuna gelirsek : Miles Morales, kazara bir radyoaktif örümcek tarafından ısırılıp bazı güçler edinir. Suç baronu Kingpin’in tüm paralel dünyaları yok edebilecek olan planını engellemek için başta zamanla o’na  mentor olacak Peter B. Parker (bizim bildiğimiz klasik Örümcek Adam) olmak üzere diğer Örümcek-İnsanlarla ortaklık kurar. Spider-Gwen, Spider-Man Noir, Spider-Ham ve Peni Parker Kingpin’in makinesinin ilk çalıştırılmasıyla Miles’ın dünyasına çekilmiştir istekleri dışında. Makinenin bir daha çalıştırılması tüm dünyalar için ölümcül olabilir.

Spider-Man : Into The Spider-Verse Raimi’nin ilk 2 filminden sonra beyazperde gördüğüm en iyi Spider-man uyarlaması. Hatta yakınlarda kaybettiğimiz Stan Lee’nin cameo’su da bugüne kadarkilerin belki de en iyisi. Espri kalite düzeyi çok yüksek olan (tabii hepsini anlamak biraz Örümcek Adam evrenine aşinalık gerektiriyor) filmde gözlerinizin yaşaracağı bir an olacaktır bu benzersiz dahiye mükemmel bir veda olmuş olan bu sahne. Küçük çocuğunuzla giderseniz dublajı tercih edebilirsiniz. Ancak, alt yazılı versiyonda Spider-Man Noir’de Nicholas Cage; The Prowler’da Mahershala Ali, May Yenge’de Lily Tomlin gibi 3 tane oscarlı oyuncu var örneğin. Filmin tek ama önemli kusuru sinemada ilk defa Spider-Man’in karşısına çıkarılan Kingpin’in senaryo açısından derinliksiz olarak çizilmesi. Umarım bir gün tüm zamanların en muhteşem kötü adamlarından Kingpin’in solo bir filmini seyredebiliriz. O zamana kadar Punisher ile beraber en iyi Marvel dizisi olan Daredevil’deki Vincent D’Onofrio’nun mükemmel Kingpin yorumu ile yetineceğiz.

Miles Morales’in maceralarını hiç okumadım. 2011’de Obama rüzgarıyla yaratılan yeni bir kahramandı. Ben klasikleşmiş kahramanlarla çok fazla oynanılmaması gerektiğini düşünürüm. Tabii 56 yılda basılan binlerce sayı Spider-Man macerasından sonra yazarların ne yazıp çizeceklerini şaşırmaları normal ama Peter Parker’ın yerini kimse tutamaz. Geçmişte de denendi bu (korkunç Clone Saga) ama olmadı. ABD lilerin görgüsüz kültürsüzlüklerinden dolayı bir Nors Tanrısı olan Thor’u yakın zamanda kadın yapmaları gibi. Tabii o da tutmadı. Bazı taşlar yerinde ağırdır ama bu değişik Spider-Man ve filmi de en azından devam filmini heyecenla bekleyeceğim bir iş olmuş. Filmi 3D olarak seyretmeyi tercih edin.

Sinema_dem iyi seyirler diler.


PARAZİT



PARAZİT

Bana göre “Parazit” adını çift anlamda kullanmış Usta Yönetmen Bong Joon Ho. Filmdeki hem zengin, hem de fakir aile için. Özelde gecekondu ailesi kapitalist aileden geçiniyor gibi dursa da, kapitalizmin yapısı gereği aslında komprador ailemiz zeki ama şanssız ailemizin sırtından geçinmektedir.

Bong Joon Ho, 2006’da seyrettiğim “The Host / Yaratık” (Netflix’te mevcut) filmi ile çok değişik bir canavar filmi çekerek ilk defa ilgi alanıma girmişti.

3 tanesi son aylarda olmak kaydıyla 7 filminin tamamını seyrettiğim için rahatlıkla söyleyebilirim ki, Ho çağımızın en büyük yönetmenlerindedir (benim tüm zamanlar “kare as”ıma da girdi artık). İlk filmi olan “Havlayan Köpekler Asla Isırmaz (2000)” hariç (ilk filmin dağınıklığı diyelim) tüm filmleri çok sağlam, çok iyi filmlerdir.

Örneğin “The Host (2006)” seyrettiğim en iyi yaratık filmlerindendir, “Snowpiercer (2013)” en sevdiğim bilimkurgu filmlerindendir. “Parazit” ise yönetmenin başyapıtı olmuş. Zaten öyle olmasa Oscar öncesi tahminlerimde çekine çekine açık ara favori gösterdiğim ödülü alamazdı. Çekine çekinde çünkü ABD dışına bu ödül birkaç kez İngiltere’ye ve bir kez de Fransa’ya (S.beyaz ve sessiz Hollywood altın çağı hikayesi “The Artist (2011)” gitmişti. İlk defa (hem de tepeden tırnağa) bir Asya (Güney Kore) filmine veriliyor.

İşin özünde, “Parazit” biz sinema yazarlarının işini kolaylaştıran bir film. Bazı müstehcen ve kanlı sahneler dolayısıyla 18+ seviyesinde bir film olduğunu ve son yılların belki de en iyi filmi olduğunu yazmamız yetecek çünkü.

Gerisini keşfetmek sanat ve düşünce açısından size sunulan bir eşsiz deneyim. Sinemanın bir sanat olduğunu kanıtlayan ender güzellikte bir film Parazit. Bunda yönetmenin favori oyuncusu (benim de The Host’tan beri çok severek takip ettiğim) Kang-Ho Song başta olmak üzere tüm oyuncuların, filme katkı veren tüm sinema emekçilerinin büyük başarısı olduğunu belirtmek gerekli.

 “Parazit”in sarsıcı ama komik yapısıyla çoğu Ho filminde olduğu gibi ateşin altını giderek açarak, komediden trajediye doğru cesur bir yelken açıyor. Şimdi de bunun takdir meyvelerini topluyor doğal olarak. Ayrıca, geçen sene Cannes’da da “En iyi film” seçildiğini hatırlatayım.

Hollywood’a gidip, kendini bozma Ho Usta; sana tüm dünyanın ihtiyacı var insanı insana anlatman için.

Sinema_dem iyi seyirler diler.

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

 

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

 


 

9. THE CAT RETURNS             (Japonya - 2002)

 

            Dünyanın en büyük animasyon ustası Hayao Miyazaki’nin yetiştirdiği Morita’dan tipik bir Studio Ghibli güzellemesi anime. Bir kediyi kurtardıktan sonra Alice Harikalar Ülkesinde tarzı fantastik bir kedi dünyasına çekilen bir genç kızın şiirsel ve komik hikayesi. Daha çok çocuklara hitap etse de, yetişkinler de rahatlıkla izleyebilir.

 

8. FELIDAE                  (Almanya – 1994)

 

            Almanya’da yaşayan Türk polisiye yazarı Akif Pirinççi’nin aynı adlı romanından uyarlama. Kediler arasında geçen bir dedektiflik hikayesi. Romana sadık bir animasyon uyarlaması. Heyecan düzeyi ile insanlar arasında geçen canlı polisiyeleri aratmayan bir seri katil öyküsü. Sadece yetişkinler için.

 

7. A STREET CAT NAMED BOB          (İngiltere - 2016)

 

            Çok satan kitabıyla meşhur olan sokak kedisi Bob’un beyazperdeye uyarlanan öyküsü. Kendini rehabilite etme çabası içindeki sokak müzisyeni ile yolları kesişen dünya tatlısı sarman Bob’un gerçek hikayesinden uyarlama sıcacık bir film. Çocuk dostu olmak için sokaktaki fakir yaşamın biraz üstünü örterek verse de, mutluluk veren finali ile övgüyü hak eden bir film.

 

6. THE INCREDIBLE JOURNEY                       (ABD – 1963)

 

            Listemde 3. sırada yer alan yeniden yapım filmin (Homeward Bound) orijinali. Aileleriyle tatildeyken kazara kaybolan iki köpek ve bir siyam kedisinin sürükleyici hikayesi. Ayrıldıkları ailelerine kavuşma çabalarını ailecek ilgiyle izleyeceğiniz tam bir Disney klasiği.

 

5. THREE LIVES OF THOMASINA       (İngiltere – 1964)

 

            Thomasina adlı kedinin fantastik reenkarnasyonu ile bir ailenin ve hatta bir kasabanın yaşamını nasıl değiştirdiğine dair bir Disney klasiği. Kedi ölüp, geri gelmiş gibi gözükeceği için çok küçük yaştaki çocuklar için kafa karıştırıcı olabilir. Onun dışında insanın yüreğini ısıtan, bir çocukla bir kedinin dostluğunu çok güzel işleyen bir film. 20. Yüzyıl başlarında İskoçya’da geçiyor.

 

4. KEANU        (ABD – 2016)

 

            Şovlarıyla ünlenmiş komedi ikilisi Key & Peele’nin yazıp-oynadığı; çok sevimli bir yavru kediciğin mizahi macerası. Keanu adlı bu kedinin çevresinde gelişen olaylarda kedi sevgisinin sınır tanımayacağı mizahi bir dille aktarılmış. Filmdeki kedi o kadar sevimli ki, hayatta tahmin edemeyeceğiniz kadar çok gangsterin kalbini çalıyor; o kadarını söyleyeyim. İleride kült olma ihtimali olan, son derece eğlenceli bir komedi-aksiyon filmi.

 

3. HOMEWARD BOUND        (ABD – 1993)

 

            Ailelerinden kazara ayrı düşen bir kedi ve iki köpeğin çıktıkları inanılmaz yolculuğu anlatan benzersiz bir macera. Dağları, gölleri ve ovaları aşarak ailelerine ulaşma çabaları hem duygulandırıyor, hem de güldürüyor ama en çok da şapka çıkarttırıyor. 1963 tarihli “The Incredible Journey” adlı Disney klasiğinin yeniden çevrimi. Ailenizle defalarca beraber seyredebileceğiniz bir modern zaman klasiği.

 

2. MILO & OTIS          (Japonya – 1986)

 

            Beraber büyüyen bir kedi ve köpeğin maceraları. Mutlaka gözden geçirilmiş Amerikan versiyonunu izlemeniz gereken bir Japon filmi. Japon versiyonu, 80 lerin film setlerinde kedi hayatına maalesef bugünlerde olduğu kadar özen gösterilmediğini belli ediyormuş. Yine de, çıkan sonuca ve Amerikan versiyonuna bakarsak, yavruluktan babalığa kadar giden yolda bir kedi ile köpeğin eşsiz dostluğunu anlatan benzersiz, duygu yüklü, mizahı da bol bir film.

 

1. KEDİ                        (TÜRKİYE – 2016)

 

            Türk yönetmen Ceyda Torun’un İstanbul’un 5 ayrı noktasındaki 5 kediye yoğunlaşan benzersiz dokümanter filmi. Kedi denen mucize canlı ile İstanbul denen sihirli kentin buluşmasının eşsiz anlatımı. DVD’si de mevcut. Defalarca izleyeceğiniz arşivlik bir film. Sıradan İstanbulluların sıradan diyeceğiniz (biz kedi severler hiçbir kedinin öyle olmadığını biliriz ama) kedilerle kurduğu dostluk bağı anlatılmaz, yaşanır. Türk sinemasının yüz akı, mükemmel bir film. TIME dergisi yılın en iyi 5. Filmi seçmişti.

EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ

  EN İYİ 9 KEDİ FİLMİ     9. THE CAT RETURNS              (Japonya - 2002)               Dünyanın en büyük animasyon ustası Hayao ...